Dar’ül harp ve dar’ül İslam
Bu iki hususta güncel bir tartışma hale devam etmektedir. Fıkıh otoritelerinin yaptığı tartışmanın veya ilim sohbetinin hususu, Türkiye dar’ül İslam mıdır, yoksa dar’ül harp midir? Aslında bunun cevabını vermek kolay bir o kadar da zor olmaktadır. Kolay olmasının sebebi, fıkıh ilmini vaz eden müçtehitlerin bu konuya sarahaten açıklık getirmeleridir. Zor olmasının sebebi, müçtehitlerin yapmış olduğu içtihatları kabul etmeyen bazı zevatın, sürekli konuyu sıcak tutup, milletimizin kafasını karıştırmalarıdır. Kaldı ki bu mutazarrır kişilikli hocalar, maalesef fıkıh alimlerin yapmış oldukları açıklamayı kabul etmeyerek, Türkiye’nin dar’ül harp olduğunu söylemektedirler. Kısaca bizde bu konuyu izah etmeye çalışalım.
Son fıkıh alimlerimizden ve zamanında Diyanet İşleri Başkanlığını da ifa etmiş olan Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendi, Kamusu Fıkhiyye Kitabında şu tanıma yer vermektedir: “Darü’l-İslâm, Müslümanların hâkimiyeti altında bulunup Müslümanların emin ve eman içinde yaşayarak dinî vazifelerini ifa ettikleri yerlerdir. Müslümanlar ile aralarında müsalâha ve muvadeci bulunmayan gayr-i müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan yerler de Darü’l-Harb’-tir” tanımdan Türkiye’nin dar’ül İslam olduğu anlaşılabiliyor. Çünkü Türkiye’de yaşayan Müslümanlar, emin ve eman içerisinde ahkamlarını ifaya muhtedir olmaktadırlar. Bu hususta aklınıza şu soru gelebilir “Evet, Müslümanlar ibadet hükümlerinde ve akait hususlarında inançlarını yaşayabilmektedirler, ancak İslam ahkamı bunlar ile sınırlı değildir. Geniş bir muamelat bahsi, feraiz bahsi ve ukubat kısmı vardır. Bunlar ise, devletin şeriat kanunlarıyla yönetilmesi, batı temelli yasaların kaldırılması halinde uygulanması mümkün olur. Veyahutta devletin bu hususların tatbikinde ruhsat vermesi lazımdır. Bunları Müslümanlar yaşamaya muktedir olmadığından, buranın dar’ül İslam olduğunu söylemek doğru olur mu?” böyle bir düşüncenin aklınıza gelmesi çok iyi aslında. Çünkü İslam sadece ibadet hususlarıyla tam olarak ifa edilmiş olmuyor. İslam dininin nizama soktuğu diğer alanların tatbik edilmesi için şuanda vakit müsait değil. Ancak bu durum, Türkiye’nin dar’ül İslam olarak nitelendirilmesinin önüne geçemiyor. Çünkü Müçtehitlerimiz tarafından açıklanan hükümlerde bu konuda açıklığa kavuşturulmuştur.
İmam-ı Azam hazretleri, eğer bir belde de bitamamiha, yani yüzde yüz küfür kanunları ve hakimiyeti mevzu bahisse, orası dar’ül harp olur. Ama Cuma namazı veya bayram namazı dahi sadece uygulanır olsa, orası dar’ül İslamdır. Yani bu kaideyi düşündüğümüz zaman Türkiye’nin dar’ül İslam olduğunu kesin olarak anlıyoruz. İmam-ı Şafii hazretleri ise, daha önce dar’ül İslam olan yer, daha sonra küfür ahkamı ile yönetilse dahi, Dar’ül İslamlıktan çıkmaz diyor. Bu tanıma göre ise, Osmanlı devletinin bugün elinden çıkan balkanlar, Kafkaslar bile, dar’ül İslam olmaktadır. Bu konuda daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler, usül-ü fıkıh kitaplarına müracaat etmelidirler.