Matbaanın icadından önceki ve sonraki durum
Bilinen medeniyet tarihi yazının bulunmasıyla başlamış ve düşüncelerini kağıda aktaran insanoğlu bu şekilde yüzyıllar sonrasında yaşayan insanlarla dahi iletişim kurabilmenin yolunu bulmuştur. Bilginin daha hızlı bir şekilde aktarılmasını ve yüzyıllarca korunmasını sağlayan yazı ise ancak matbaanın icadı ile geniş kitlelere yarar sağlayan bir araç olmuştur. Matbaa icadından önceki yıllarda da insanlık edebiyatla ilgilenmiş olsa da gerek okuma yazma oranının düşük oluşu gerekse de yazılı kaynakların insan emeğiyle çoğaltılmasının gerekmesi, yazılı kaynakların da sınırlı bir kesim tarafından kullanılabilmesine sebep olmuştur. Bilindiği kadarıyla matbaa günümüzden 1500 yıl kadar önce Çin coğrafyasında ortaya çıkmıştır ve bu gelişimin merkezinde kutsal metinlerin çoğaltılması yatmaktadır. İnsanoğlunun edindiği bilgileri yazı vasıtasıyla kağıda aktarması bu bilginin “okumayı bilen” herkes tarafından kullanılabilmesini sağlasa da, matbaa öncesi dönemde yazılı kaynaklara erişim sağlamak oldukça güçtü ve bu nedenle de bilginin evrensel olması gerekmesine karşın yerel bir kullanım vardı.
Binlerce yıl önce Uzakdoğu’da yazılan bir kitabın Orta Amerikalı uygarlıklar tarafından okunması mümkün olmadığından, yazılı tüm bilgiler kısa vadede yerel bir kaynak olarak kullanılmaktadır. Bu kaynakların geniş coğrafyalara yayılarak birçok farklı toplum tarafından kullanılması ise ancak orta vadede mümkün olmaktaydı. Yazılı metinlerin elle kopyalanması gerektiğinden, bunun için muhakkak katiplere ihtiyaç duyulmaktaydı. İnsan eliyle bir yazılı kaynağın kopyalanması çok daha uzun sürdüğü için matbaa öncesi dönemde eserlerin çoğaltılması da çok uzun sürmekte ve ancak belirli bir sayısının üzerine çıkılamamaktaydı. Sanskritçe Budizm belgelerinin çoğaltılmasıyla başladığı “tahmin edilen” matbaacılığın her geçen yüzyılda biraz daha gelişmesiyle birlikte bilginin de çok daha hızlı bir biçimde yayılması mümkün olmuştur.
Matbaa herhangi bir yazılı kaynağın elle yazmayla kıyaslanamayacak derece hızlı bir şekilde çoğaltılmasını sağladığından, basım ile birlikte aynı eserden çok daha fazla kopya üretilmesi mümkün hale gelmiştir. Matbaa öncesi dönemde Avrupa’da özellikle kilise görevlileri kutsal metinleri halktan uzak tutmayı başarabilmiş ve bu durumda saklı kalan bilginin bir güç haline dönüşmesine sebep olmuştur. Orta Çağ yıllarında dahi birçok Avrupalı Hıristiyan İncil metinlerini okuyacak kaynak bulamamış ve bu sebeple de kilisenin söylediklerinin doğru olduğuna “inanmak zorunda kalmıştır”. Bu durum dini unsurlar dışında bilimsel metinlerin de sadece belirli insanların tekelinde kullanılmasına sebep olabildiğinden, bilginin saklanması ile güç odaklarının oluşması ve halkın cahil kalması gibi sorunlarla karşılaşılmıştır.
Matbaanın icadından sonraki yıllarda birçok dini ya da bilimsel metin kopyalanarak geniş kitlelerin de bu kaynaklara ulaşması sağlandığından, halkların da bilgi düzeyi günden güne yükselmiştir.