Simya ile kimya arasındaki farklar
Popüler kültürün sıkça beslendiği bir konu olan “simya”, bilim tarihinde yüzyıllar boyunca önemli bir yere sahip olmuş ve büyük oranda modern kimyanın gelişmesine katkı sağlamış bir alandır. 3.000 yıldan da daha eski bir geçmişi olan simya, günümüze dek büyük oranda “Hermetizm” ile ilişkilendirilmiştir. Zira Batı dünyasının 16. yüzyıldan itibaren metaller üzerinde çalışma yapan simyadan daha geniş ve bilimsel yöntemleri içeren “kimya” bilimine yönelmesi, simyacılığın özünde var olan spiritüalist ve mistik gizemden sıyrılma çabası olarak görülmüştür. Simya bilimi ile günümüzdeki kimya bilimi arasında bazı alanlarda benzerlik olduğunu söylemek aslında oldukça güçtür. Zira materyalizm odaklı bilimsel yöntem ışığında “maddeyi” inceleyen bir bilim dalı olan kimya ile özünde inisiyasyon, mistisizm, metafizik ve spiritüalizm olan simyanın birbiri ile ortak noktası yok denecek kadar azdır. Ancak modern kimyanın gelişerek bugüne gelmesinde yüzyıllar öncesinde araştırmalar yapan simyacıların etkisinin olduğu, aksi iddia edilemez bir gerçektir.
Batı dünyası tarafından simyanın “babası” olarak isimlendirilen Hermes Trismegistus ile özdeşleştirilen simya çalışmaları, büyücülük ve ruhani ritüelleri de bünyesinde barındırdığı iddia edilen gizemli bir çalışmalar bütünü olarak da görülür. Bu açıdan bakıldığında simyanın kimya ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı görülür. Eski Mısır kültüründe metallerin altına dönüştürülmesinden ölümcül büyülerin yapılmasına kadar geniş bir alanı kapsayan ve bu sebeple de insanoğlunun aklını çelen simya çalışmalarının bu dönemden önce Anadolu coğrafyasındaki kadim uygarlıklar tarafından da yürütüldüğü bilinmektedir. Sümerlerden Babillere, İran coğrafyasından çıkan Farslardan Medlere, Hindulardan Çinlilere ve son dönemlerde yapılan araştırmalarla Güney Amerika uygarlıklarına kadar birçok toplum simya kapsamında çalışmalar yapmaya çalışmıştır.
Modern kimyanın temellerinin atıldığı çalışmaların oldukça büyük bir bölümü Orta Çağ öncesinde yaşayan simyacılar tarafından yürütülmüştür. Metalürji biliminin gelişimine destek veren simya çalışmalarının sadece metallerin altına dönüştürülmesine yönelik olduğu düşünülmemelidir. Günümüzde “bilim adamı” olarak görülmeyen simyacıların büyük bir bölümünün zaten bilim insanı olmak gibi bir kaygısı bulunmamıştır. Spritüal deneyimlerden metafiziksel sonuçlara oldukça ilgi çekici ve bir o kadar da gizli çalışmalar yürüttüğü söylenen simyacılığın özünde bir inisiyasyon olduğu da bilinir. Çocuk kitaplarından Hollywood filmlerine kadar adı geçen “Felsefe Taşı“, insana ölümsüzlük verecek mucizevi bir taş olarak simya çalışmalarının odağına yerleşmiştir. Felsefe Taşı’nın farklı ruhani ayinler için kullanıldığı ve dünya dışı varlıklara tapınan kişiler tarafından bir ritüelin parçası olduğuna dair iddalar da bulunmaktadır.
Bu tür iddialar simyanın hala popüler kalmasına ve insanların simya çalışmalarına büyük ilgi göstermesine neden olmaktadır. Zira insanın özünde var olan arayışlara ve zayıflıklara hitap eden vaatleri bünyesinde barındırdığı söylenen simya, bu sebepten ötürü binlerce yıldır insanoğlunun ilgisini çekmiştir. Sonuç olarak simya ile kimya arasındaki farkların göz ardı edilemeyecek kadar büyük olduğu ve bu sebeple de iki alanının birbirinden kalın çizgilerle ayrıldığı söylenebilir.